Harika bir – iki tekte söylerseniz bir kelime.
Bir kadının, ağzından hoş bir kadının ağzından duyunca daha da güzel. Biraz da sesini incelterek söylerse… çok hoş.
Kelime hatalarına takılmayın. Hayatınızda kaç kişi sizin ürettiğiniz bir şeye “çok hoş” diyor?
Mehmut’un hayatında bile yok öyle bir şey. Bizim var. Biz biliyorsunuz, biraz rahatsızız.
Ama tedavimiz kırmızı reçeteli ilaçlar değil.
Belki çilek özütlü, neşeli içecekler olabilir ama inanın, kırmızı o kırmızı değil. Aynı ton bile değil.
Boşverin ilaçları.
Koşun gidin, hayatınızda bir arkadaşınızın sizin yaptığınız bir şey için “çok hoş olmuş” kelimesini bir kere yazdığına şahit olun.
Oluk oluk ağlayın ama yine de sevinçten ağlayın.
Her yazımızda yazarlarımız biraz deli, biraz rahatsız, biraz zeki, biraz saki olduğu için, Leyla The Band’in hikayesinden yola çıkarak her gün çok hoş olmayan rüyaların peşinden koşarken, kaybedince daha çok sevdiklerini hatırlıyor olabilirler.
Hayır, bir kadın veya erkeği değil; tutkun oldukları bir kitabı, bir şarkıyı ya da sokak lambasına bakarken şaşı olmaya ramak kala, ince tozların bazen göğe yükselişini bazen yere inişlerini düşünürken, “Pislik bir kitap olsaydı bu sokak lambası olurdu” diye düşündüğünü siz düşünün.
Yazılarımızda bazı şeyler yok.
Neler mesela? Yapay zeka yok.
Duygular var.
Anlık gelen periler var (tövbe estağfirullah), lafın gelişi — ya da güzel bir “lafız”ın gelişi.
Her şarkı bir şiirdir demişti küçükken müzik öğretmenim.
Bir şiir nasıl olur da
“Gelip çöker yalnızlıklar,
Dört yanımda taş duvarlar,
Zindanım olur geceler…”
diye şarkıya dönüşür, hâlâ anlamam.
Rahmetle Reis, “Lapselik Tayfur”.
Çok hoş olmayan, belki belli bir kesimin hiç sevmediği şarkıların dizelerinden bir şey çıkarıp, duygusunu yaşamaya çalışan herkese çok hoşluk diliyoruz efendim.
Bazen olur öyle, konudan konuya geçilir.
Ama bir şey var ki, sizde olmayan bizim hayatımızda olan:
“Çok hoş” diyen biri.
Ve belki de o yüzden biz yazıyoruz.
Çünkü her “çok hoş” denildiğinde içimizde bir şeyler kıpırdıyor; bir şeylerin hâlâ hissedildiğini, hâlâ birilerinin bir şeyleri fark ettiğini anlıyoruz.
O küçücük iki kelime bazen bir ödül, bazen bir şarkı, bazen de yıllarca duyulmayan bir tebessüm gibi gelir kulağa.
Bizim derdimiz büyük kelimelerle değil, küçük hislerle.
O yüzden yazılarımız bazen anlaşılmaz, bazen fazla içten, bazen de gereksiz uzun olur.
Çünkü hayat da öyle değil mi zaten?
Cümleleri toparlayamadan biten bir kahve, tam gülümserken ağlamayı hatırlatan bir anı, birine “çok hoşsun” diyemediğin için sabaha kadar dönüp duran bir zihin.
Ve evet, biz biraz rahatsızız; çünkü fazla hissediyoruz.
Her notada, her kelimede, her gölgede bir anlam arıyoruz.
Belki bu yüzden yazdıklarımızda yapay zeka yok — çünkü orada kalp atıyor.
Bazen tek bir satırda, bazen bin satırda.
O yüzden bu yazıyı okuyan sen;
eğer bir gün birine “çok hoş olmuş” dersen, bil ki o kelime sadece kulağa gitmez.
Bir yerlerde, bizim gibi biraz rahatsız, biraz zeki, biraz deli birinin kalbine dokunur.
Ve biz yine yazarız.
Belki aynı masada değiliz ama aynı duyguda buluşuruz.
Çünkü bazı kelimeler tedavi etmez, ama iyi gelir.
“Çok hoş.”

